Ses peyzajı: Hakikatin anayurdu
YUSUF KAPLAN
ykaplan@yenisafak.com.tr
“Ses”i, görünür-görünmez bütün boyutlarıyla idrak edebildiğimiz, hissedebildiğimiz ve yaşayıp yaşatabildiğimiz zaman, daha anlamlı, daha sade ama daha derûnî nitelikler arzeden, yaşanabilir, bize, yapıp ettiğimiz her şeye ruh üfleyebilir bir hayata “kavuşabiliriz”. Ancak o zaman kendimize gelebilir, kendimizden geçerek kendimizi aşabilir, kendimizden taşarak “başka dünyalar”a ulaşabiliriz.
İşte ancak o zaman, hayatımızda bütün boyutlarıyla, bütün çağrışımlarıyla, bütün yansımalarıyla Nebevî nefes’in arı duru misâli “Yunus”u varedebilir ve “Yunus”u vareden hakikati hayat/ımız hâline getirebiliriz.
Tam burada sorulması ve izi sürülmesi gereken yakıcı soru şu: Ses “sanat”ı, müzik midir, şiir mi?
Siz bu soru üzerinde düşünedurun, ben, bu esaslı soruyu başka bir yazıda ele alacağımı söyleyerek, “ses”in mâhiyetine dâir bir tartışmayla meseleye giriş yapmaya çalışayım.
***
“Ses”in kaynağı, arz değil, arş-ı a’lâ’dır. “Ses”, “yer”de/n bitmez, Rahman’ın rahmet nefesi gereği Semâ’dan yere iner, yeryüzüne ve her şeye hayat verir.
“Ses”, “her şey”in kaynağıdır: Varoluşun kaynağı ses’tir meselâ: “Kün” / “ol’” “ses”i, emr-i ilâhîsi, varoluşu mümkün kılar.
Zaman’ın dercedildiği “mekân”la ilişkisi en yoğun meleke, asıl dölyatağı, anayurdu melekûtî âlem olan ses’tir ama zamanın ve mekânın sınırlarını aşabilenler, dolayısıyla mümkünler dünyasının ötesine taşabilenler, türlü mekânlarda tecellî ve tezahür eden ses peyzajını görebilir, seyre dalabilir ve “ses”in türlü mertebelerine, görünümlerine, ruh üfleyişine, hayat bahşedişine şâhit olabilirler.
***
“Ses”i idrak ve hissedebilmenin en aziz ve leziz yolu: Hakikatin gizlendiği, şifrelendiği ve tecellî ettiği ses peyzajına açılabilmek, ses peyzajında yaşabilmek, ses peyzajıyla yaşayabilmektir.
Peyzaj, resim sanatına ait bir terim. Ressamın önümüze sunduğu “manzara”, resmin, dolayısıyla ressamın peyzajıdır. Ressam’ın veya resim sanatının peyzajı, bizim varettiğimiz bir inşa’dır. Oysa ses peyzajı, bizim için varedilen ve bizim de içinde varolduğumuz ama ses perdelerini açamadığımız ve aşamadığımız sürece varlığından bile haberdar olamadığımız bir hakikat haritasıdır; bir inşa değil, bir menşe’dir: Mead / “son” değil, bizi mead’e (sonsuzluk yolculuğu’na) götürecek mebde’dir / başlangıç. Yani ana kaynak. “Anayurt”. Hakikatin ve hayatın kaynağı, anayurdu.
Ressam’ın peyzajı, donmuştur; hakikati de, esas itibariyle, temsil, dolayısıyla “taklit” (mimesis) üzerinde/n dondurmuştur.
Resmetmek, Arapça’da tanımlamak demektir. Tanımlamaksa, bitirmek. Oysa hakikat, tanımlanacak, bitirilecek ya da “tüketilecek” bir “şey” değildir. Hakikati tanımlamak, hayatı da bitirmekle sonuçlanabilir. Aslolan hakikati tanımlamaya kalkışmak değil, yaşamaya, tecrübe etmeye, duyumsamaya çalışmaktır iliklerimize kadar.
***
Ses peyzajı’na, üç tür “insan”da yer verilir Rahman’ın rahmeti gereği: Çocuk; çocuksu ruh ve bu ruhu taşıyan ayrıksı, bize ve bizim yaşadığımız dünya’ya “yabancı”, “yabancı kalabilen”, çağın ve ağlarının ötesine taşabilen müstesna sanatçılar, düşünürler, bilge insanlar ve münhasıran da peygamberler.
Dolayısıyla, ses peyzajı, ümmîleşme mahalli / vasat’ı, “ses” vasıtasıyla ümmîleşme hâlidir. “Ses” ile ümmîleşme, dolayısıyla arınma ilişkisini ayrı bir yazıda irdeleyeceğim.
***
Tenzih (aşkınlık, fizikötesi “dünya”) ile teşbih’in (içkinlik, bizim içinde yaşadığımız dünya’nın) buluştuğu tek yerdir, ses peyzajı.
Tenzih, ilâhî olan’a bakar; Teşbih ise ilâhî olan’dan (bize “şahdamarımızdan daha yakın olan”dan) beşerî olan’a akar. Tenzih ile Teşbih arasındaki bu bakış ve akış medceziri, bizi Tevhid’e ulaştırır.
İşte çocuk, bizim fark edemediğimiz ama hissettiğimiz bozulmamış fıtratının yansıması, bilincin/in karışmadığı ve karıştırmadığı “ilgi”si ile; çocuksu ruhun taşıyıcısı büyük sanatçı ve düşünürler, ilim, irfan ve hikmet menzillerinde yaşadıkları ve bize de tattırmak ve yaşatmak için devşirdikleri “biliş”leri ile; peygamberler ve veliler ise, bizim ulaşamadığımız ama bize en enfes, en doğrudan, doğrudan olduğu için de en doğurgan şekillerde ulaştırdıkları bilgelikleri ile bizi Tevhid’le buluştururlar.
Tenzih ve teşbih hâllerini idrak edemediğimiz, yaşayamadığımız sürece, Tevhid hâl’ine ulaşamayız. Tevhid’e ulaşabilmenin yolu, tenzih’e nazar ederek / bakarak / yönelerek, ilâhî söz’ü tatmak ve ardından da İlâhî Söz’ün -Rahman’ın rahmeti Nebevî Nefes’te tecellî eden- “ses”i olan teşbih’e akmak, İlâhî Söz’den devşirdiğimiz “tohumlar”ı teşbih menzilinde meyveye durdurmaktır.
Ses peyzajı’nda iki varoluşsal nitelik giz’lenmiştir: Hakikatin Söz’ü olan masumiyet ile hakikatin ses’i olan mahzuniyet. İnsan, masumiyetini de, mahzuniyetini de yitirdiği andan itibaren ses peyzajında dercedilen, şifrelenen hakikate ulaştıracak “ses”i/ni yitirir.
O hâlde, Ses’imizi nerede yitirdiğimizi, nasıl diriltebileceğimizi, bizi her dâim diri tutacak ses’imize nasıl erişebileceğimizi düşünelim artık, derim…
Yarınki yazıda, “ses”in “iz”ini sürmeye devam ediyoruz…
SON